26 Mayıs 2009 Salı

ب harfinin altindaki nokta ...


Çocuk topla oynuyordu. Bir yerküreyle. Dünya haritası her seferinde daha hızla çarpıyordu yere ve daha yükseğe zıplıyordu. Dağlar başını tavana değdiriyor, denizler köpüklerini duvarlara saçıyor, evler kiremitlerini halıya döküyordu. Anne, "Yeter! Şimdi komşular kapımıza gelecek!" diye bir çığlık attı sonunda.
Çocuk bu çığlığı, "Daha hızlı, daha yükseğe!" şeklinde tercüme etti diline. Ve sevimli tercüman o kadar hızlı vurdu ki yerküreyi yere tavanla zemin arasında şimşekler çaktı. Arkasından bir gök gürültüsü koptu bitişik odadan. Bu babanın sesiydi. Küçük tercüman bu gök gürültüsünü tercüme edemeyince lastik topunu kaptığı gibi soluğu babasının yanında aldı. İki eline sığdırdığı dünyasını uzattı ve sordu:
- İstanbul nerede?
- Bakayım, işte şuralarda.
- Çok küçükmüş.
- Hayır küçük değil, burada böyle görünüyor.
- Aslında büyük mü?
- Evet büyük.
- Peki neden küçüldü?
Çocuğa ölçeği anlatmak zordu. Büyüklüğün ve küçüklüğün ölçeğe göre değişmesini. Yerkürenin kâinatın içinde bir nokta olduğunu. "Benim büyüklüğüm köyüme göredir," dediğini Sâdî'nin. Ölçeği olmayanın önce yüksek bir tepe sonra yüce bir dağ sanacağını kendini. Hz. Nuh'la alay edeceğini gemi yaparken. Tufan koptuğunda bile yükselen suyun bir "ölçek" olduğunu fark edemeyeceğini. "Gemiye gel!" teklifini ciddiye almak yerine, dağlara tırmanacağını kurtulmak için. Ah dağlar! Hadi kurtarın azdırdığınız insanı! Demek kibrinizden kabul etmiyorsunuz gemiyi. Tevâzunun deniz seviyesi olduğunu bilmiyorsunuz. Bilmiyorsunuz, suyla toprağın zirvelerinizde değil eteklerinizde buluştuğunu. İşte tevazu gösteriyor Cûdî! Eğiliyor geminin önünde. Bu yüzden yaratıcı bütün dağlar içinde ona veriyor varlığı konuk etme izzetini. Ah dağlar! Yüce Allah birinizin üzerinde bir peygamberle konuşacağım deyince nasıl da yarıştınız boy ölçüşmek için. En yükseğinizde gerçekleşeceğini düşünerek bu buluşmanın nasıl da diktiniz omuzlarınızı. Halbuki Tûr-i Sina, siz bulutlara değmeye çalışırken tevazuyla indirmişti kanatlarını. Alçalmıştı ve onun kalbinde gerçekleşmişti Yüce Allah'la Musa (as) arasındaki büyük buluşma.
- Neşter!
- Buyurun efendim.
- Makas!
- Buyurun efendim!
- Sözlük!
- Sözlük mü!
Evet sözlük. "Neşter"den daha keskin bir kelime "tevazu." "Vaz'" yere koymak Arapça. Tevazu yere koymak nefsi. Bir kalp nakli bu! Bir gök merdiveni ayakları yerde. Bir hadis: " Kim tevazu gösterirse, Allah yüceltir onu." Bir şiir Kuyucaklızâde'den: "İrtifâ-i kadr için lâzım tevazu' âdeme/ Şemsi gör kim sâyesin salmış ayaklar altına/ Kadrinin yücelmesi için tevazu gerekir insana/ Güneşe bak, nasıl salmış gölgesini ayaklar altına." Bir tanım Abdullah er- Râzî'den: "Hizmette ayrıcalık yapmayı terk etmektir tevazu." Bir başka tarif İbn-i Mübarek'ten: "Zenginlere karşı değil, fakirlere karşı tevazu gerçek tevazudur." Ve bir hikaye: Ömer b. El- Hattab su taşıyor omzundaki kırbayla halka. Urve bin Zubeyr, hayret ederek başkanına, "Yakışmıyor sana bu durum!" diyor. Ömer bu söze gülümsüyor: "Heyetler bana olan bağlılıklarını göstermek için yanıma gelip gidiyor, sözlerimi dinliyorlar huşuyla. Bu yüzden büyüklük ve gurur girdi nefsime. O gururu kırmak istiyorum işte!" Ve bir başka hikaye: Ebu Hureyre, Medine valisi olduğunda sırtında bir kucak odun, kalabalığın arasında yürüyor. "Yol açın Emîre!"
Yol açın tevazuya! Zirvede yanan ateş her zaman ısıtmaz. Benlik dağlarından salkım salkım sarkan dağcılar! Bu üzüm olgunlaşmaz. Yol açın tevazuya! O yolda itiraf etsin Descartes: "Doğrusu, bilinmesini isterim ki, bugüne kadar öğrendiğim pek az şey, bilmediğim, bununla beraber öğrenebileceğimden de ümidimi kesmediğim şeylerin yanında hemen hemen bir hiçtir." Yol açın tevazuya! Ki Hamdun el- Kassar haritasını çizsin: "Tevazu, hiç kimsenin ne dinde ne dünya hususunda sana ihtiyacı olmadığını bilmendir." Yol açın tevazuya! Ki Ebu Yezid kristal bir ayna getirsin soranlara. "Kişi ne zaman görür mütevazı birini aynada?" Ayna yansıtır cevabı: "Kişi kendisinden daha kötü birini görmediğinde dünyada!" Yol açın tevazuya. Yol açın ki, sorusunu yöneltsin Şiblî:
- Sen kimsin?
- Efendim ben "be" harfinin altındaki noktayım.
- Sen nefsine bir mertebe tanımadıkça böyle, doğru bir çizgide yol alırsın.
Çocuk topla oynuyordu. Bir yerküreyle. Dünya haritası her seferinde daha hızla çarpıyordu yere ve daha yükseğe zıplıyordu. "Yapma!" dedikçe lastik topunu daha şiddetli vuruyordu yere. Zeminle tavan arasında şimşekler çakıyordu. Bir ara top öyle bir sıçradı ki açık pencereden dışarı fırlayıp gökyüzüne karıştı. Ateşten bir toptu, soğuk bir tabakaya çarptı. Bütün tepelerini ve dağlarını yeryüzünde bırakıp denizlerini taşıdı bulutlara.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder